7 Nisan 2014 Pazartesi

Antidepresan Kullanımı Yüzde 85 Arttı

Antidepresan Kullanımı Yüzde 85 Arttı | Türkiye'nin Sağlık Haber Portalı - Psikoloji, Depresyon, Ruh Sağlığı, Diyet, Panik Atak, Alzheimer, Parkinson, Hiperaktivite

NTV - Depresyon uzmanlar tarafından, kanserden sonra çağın en önemli ikinci hastalığı olarak değerlendiriliyor.

Türkiye’de son 4 yılda antidepresan kullanımınındaki artış endişe verici. Yüzde 85 oranındaki artış uzmanları tedirgin ediyor.

2003 yılında 14 milyon 138 bin kutu antidepresan tüketilirken, bu rakam 2006 yılı verilerine göre 22 milyon 651 bine, 2007 yılında ise 26 milyon 246 bine çıktı.

Türkiyede antidepresan kulanımının özellikle 17-24 yaş arasında yoğunlaştığı söyleniyor. Bilinçsiz antidepresan kullanımı gençlerde öfke ve şiddet eğilimini körüklüyor..

Uzmanlar antidepresanların reçetesiz satılmaması gerektiğini söylüyor ve uzman kontrolünde kullanılan ilaçların tedavi yönünün yüksek olduğu vurgulanıyor.

Gece Açlığının Nedeni Depresyon Olabilir

Gece Açlığının Nedeni Depresyon Olabilir | Türkiye'nin Sağlık Haber Portalı - Psikoloji, Depresyon, Ruh Sağlığı, Diyet, Panik Atak, Alzheimer, Parkinson, Hiperaktivite

Takip ettiğim danışanlarım içinde “Sanki iki farklı insan gibiyim. Gün içinde hiç acıkmıyorum, her şey akşam başlıyor” diyen çok fazla kişi oldu. Eğer siz de benzer şikayetlerden muzdaripseniz, belki aşağıdaki ipuçları bu sorununuzdan kurtulmakta  faydalı olabilir.

Kalorileri dağıtamıyor olabilirsiniz

“Sabah aç hissetmiyorum, bu yüzden kahvaltı etmiyorum, böylece saat 14.00-15.00’e kadar kalori almadan kendimi tutuyorum ama gece yarısı iştah canavarım uyanıyor” diyenlerdenseniz, yaptığınız hata da çözüm de cümlenizin içinde saklı. Sabah kahvaltısında iştahlı olup gece iştahı köreltmek için öncelikle akşam yemeklerinizin boyutlarını sınırlandırın, birkaç gece atıştırmalıklara direnin, göreceksiniz ki sabah çok aç uyanacaksınız ve gün içinde dengeli seçimler yaptığınızda gece acıkmayacaksınız. Aç olmasanız bile, sabahları küçük de olsa bir şeyler yemeye özen gösterin. Kendinize, çocuklarınıza davrandığınız gibi davranın, onların nasıl öğün atlamalarına, kahvaltı yapmadan evden çıkmalarına izin vermiyorsanız, kendiniz için de aynısını uygulayın.

Reaktif hipoglisemi şikayetiniz olabilir

“Akşam yemeğinden sonra sanki hiç yemek yememişim gibi    1 saat içinde yeniden çok acıkıyorum ve tatlı yemeden duramıyorum. Üstelik yedikçe yiyesim geliyor” diyorsanız mutlaka endokrinoloji ve metabolizma uzmanı bir hekimle görüşmelisiniz. Doymak bilmeyen tatlı ihtiyacı ve kilo verememe şikayetleri genelde bu sonuçla birleşiyor.

Depresyonda olabilirsiniz

Aslında obez bireyler üzerinde yapılan çalışmalarda, bireylerin depresyon sebebiyle yedikleri için mi obez oldukları veya obez olma şikayeti sebebiyle mi depresyona girdikleri tam olarak belirlenemiyor. Ortak görüş, obeziteyle depresyonun sıklıkla bir arada görülmesi. İştah artışı ve kilo alımı depresyonun yaygın belirtilerinden. Ayrıca, depresyon için geliştirilmiş birçok ilacın yan etkisi de kilo almak olabiliyor. Depresyon ve kilo alımı kısır döngü haline geliyor. Sıkkınlık, yalnızlık, izole hissetme ve birçok farklı diğer duygusal sebepten dolayı yemek yediğinizde, kilo alıyorsunuz.

O zaman da daha depresif hissediyorsunuz ve kendi beden imajınızla mutlu olmuyorsunuz. Bu da sizin kendinizi daha rahat hissetmek ve bu olumsuz duygularla baş edebilmek için yemeklere yönelmenize yol açıyor olabilir. Bu durum özellikle birey kendiyle baş başa kaldığında yani aile, iş veya arkadaş ortamından koptuğu gece saatlerinde tıkınırcasına yemek şeklinde kendini gösterebiliyor.

Gece Atıştırmaları testi

Eğer aşağıdakilerden en az üçüne sahipseniz bu konuyu çözmek için bir terapist ve beslenme uzmanıyla görüşmenizde fayda var.

* Kişinin sabah kahvaltısında iştahı çok az ya da hiç yoktur. Sabah kalktıktan sonra saatlerce ilk öğünü erteler. Aç değildir ya da bir gece önce ne kadar çok yediğine üzülüyordur.

* Akşam yemeğinde yediklerinden daha fazlasını sonrasında yer.

* Günlük gıda alımının yarısından fazlasını akşam yemeğinden sonra yer. Gece atıştırmak için yataktan kalkabilir.

* Bu davranış kalıbı en az iki ay boyunca devam eder.

* Kişi yerken, kendisini asabi, kaygılı, üzgün ya da suçlu hissedebilir.

* Gece yarısı atıştırmasının stresle ilişkili olduğu düşünülüyor. Kişinin, özellikle geceleri ruh hali dengesiz olabilir

* Uykuya dalmada veya uyanık kalmada zorlanır. Sık sık uyanır ve atıştırır.

* Çoğunlukla karbonhidratlı besinler tercih eder.

* Gece yarısı atıştırmaları, oldukça kısa aralarla yapılan yiyeceklere saldırma şeklinde olmaktan çok, gece saatleri boyunca devamlı olarak yeme davranışına deniyor.

* Kişi bazen gece yediğinin farkında bile değildir, sabah uyandığında fark eder.

Evhamlı anneler çocuklara zarar veriyor

Evhamlı anneler çocuklara zarar veriyor | Türkiye'nin Sağlık Haber Portalı - Psikoloji, Depresyon, Ruh Sağlığı, Diyet, Panik Atak, Alzheimer, Parkinson, Hiperaktivite

Evhamlı anne sendromu çocuğa zarar veriyor. Evhamlı anneleri nasıl tanırız?

Her çocuk ebeveynleri için değerlidir. Çocuk bireyselleşip kendi kararlarını kendisi alana kadar ebeveyninin sorumluluğu altındadır. Çocuğun anneden ayrışma ve ayrı bir birey olmaya başlama süreci 3 yaşından itibaren başlar. Bu yaşlarda sosyalleşmeye başlayan çocuk ebeveynlerinden ve çevresinden hayatın nasıl olduğuna dair fikri olmaya başlar. Kendisine rol model seçebilir. Bu rol modeli seçerken etrafı gözlemler.

Örneğin;  Kaygılı..Aman dikkat et..Düşersin…Canın yanar..Dikkat et..gibi cümleler kuran anne, çocuğuna şu mesajı verir. Hayat tehlikeli, güvende değilsin, her an başına bir şey gelebilir. Her adımına dikkat etmelisin..

Çocuk kendisine anneyi rol-model olarak seçebilir. Bu da kaygılı, çekingen, hatta korkak çocuklar yaratır. Anneler istemeden de olsa bireyselleşemeyen, annenin yanından ayrılamayan, yeni arkadaşlıklar kurmakta zorlanan, annenin fiziksel olarak yok olduğu durumlarda terk edildiğine dair kaygılar yaşayan şüpheli çocuklar yetiştirebilir.

Evham olarak kullandığımız kelime aslında ‘kaygı’dır. Çocuğunun her attığı adımı kontrol etme, onun başına bir şey gelecekmiş gibi davranma ve tutum ve davranışlarımızdan bunu belli etme, sürekli zihine felaket görüntülerinin gelmesi, anne de bir  kaygı bozukluğunun olduğunu işaret edebilir.

Evhamlı anneler, çocuğun başına gelebilecek tehlikenin gerçekleşme ihtimallerini çarpıtırlar. Örneğin; Sağlıklı bir anne de çocuğunun  okulda oynarken düşme olasılığını düşünüp, kaygılanabilir. Ancak sağlıklı anne bunun gelişim aşamasında doğal bir süreç olduğunu düşünüp kendisini rahatlatabilir. Evhamlı anne ise kendi zihninde çocuğun okula gitmesi ile çocuğun başına zarar gelmesini eşleştirebilir. Çocuk her okula gittiğinde çocuğunu kendi elleriyle tehlikeye göndermişçesine acı çeker, aşırı bir sorumluluk duygusu yaşar. Ya da okula çocukla birlikte gider, okulda bekler, öğretmenlerini sık sık uyarır. Çocuğunu da  dolayısıyla kaygılandırır.

“Mükemmeliyetçilik, aile için önemli olsa da beraberinde eksik bir şeyler oluşturabilir. Burada bireysellik eksiktir. Çocuk kendine has bir dünya, hayat tarzı oluşturmak ister ama ona aşırı hassas tutumunuzla izin vermezsiniz. Dışarısı tehlikeli gitme sen evde otur gibi yaklaşımlar sağlıklı bir ego gelişimi engeller.

Buradaki kritik nokta; çocuğu korurken ve ona zarar gelmemesi için önlemler alırken, çocuğa psikolojijk bir zarar vermemektir. Anne evhamın kendi problemi olduğunu ve tehlike olasılığının hesapladığından çok daha düşük olabileceğini bilmelidir.

Evhamlı annelerin zihinleri felaket görüntüleri ile meşguldür..Bunun nedeni hayatta sahip olduğu diğer rolleri bir kenara bırakıp sadece ‘anne’ olmak olabilir. Dikkatleri hep çocuk üzerindedir..Yemeğini yedi mi ? Dersini çalıştımı? Ödevlerini yaptımı? Güzel uyudu mu? Yeterince sağlıklı mı ? gibi düşünceleri bir süre sonra ‘Sokağa çıkacak ama ya araba çarparsa’ düşüncesine, ya da görüntüsüne dönüşebilir.

Bu düşünceler ve görüntüler ile başa çıkmaları için, alternatif olarak bir düşünce ya da görüntü üretebilir ve ona odaklanabilirler. Örneğin; Çocuğum defalarca sokakta oynadı ama başına bir şey gelmedi. Ona sokakta oynarken dikkat etmesi gereken şeyleri öğrettim, kendini koruyabilir. Sokakta oynaması onun gelişimi için önemli. Sakin olmalıyım..derken akıllarınada çocuklarının sokakta mutlu olarak oynadığı bir görüntüyü yerleştirebilirler..Burada annelerin yapabileceği bir başka şey de aksattıkları diğer rolleri hatırlamaları ve dikkatlerini başka yöne çekme denemeleri yapmalarıdır. Örneğin; spor etkinliğine ya da sosyal sorumluluk projelerine yönelmek ve kendilerine vakit ayırmak vs gibi.

Ebeveynlerin davranış hataları

Kaygılı, evhamlı ve aşırı koruyucu kollayıcı anne-babaların çocuklarında yalnız yatamama sorunu da oldukça fazladır. Burada anne, çocuğa bağımlı bir tavır sergilemekte ve çocuk, annenin bu davranışını aynı şekilde model almaktadır. Özellikle küçüklüğünden itibaren sık solunum yolu enfeksiyonu geçiren, alerjisi olan veya başka bir sağlık sorunu olan çocukların anneleri tarafından sıklıkla yanlarından ayrılmadıkları, bu davranışın da iyi niyetle de olsa anne-çocuk arasındaki bağımlılığı pekiştirdiği, çocuğun bireyselleşmesini ve güven duygusu gelişimini olumsuz etkilediği bilinmektedir. Ayrıca bu çocuklarda kreşe ve okula başlamakta sıklıkla zorluk da yaşanabilmekte, ciddi ayrılma kaygısı ve anksiyetesi yaşayabildikleri görülmektedir.

Anne-babaların yaptıkları bir başka tutum hatası da çocukların korkularını farkında olmadan tetiklemektir. Burada yapılan hata, örneğin “Uyumazsan öcüler gelir seni alır, yemeğini yemessen zayıflar ölürsün” gibi söylemler kesinlikle kullanılmamalıdır.

Bir diğer hatalı ebeveyn tutumunu da, sıklıkla boşanmış veya çalışan anne-babalar sergilemektedir. Her iki durumda da ebeveyn çocuklarına yeterince zaman ve ilgi göstermediklerini veya birlikte kaliteli vakit geçiremediklerini düşünerek bir çeşit suçluluk duygusuyla çocuklarını yanlarında yatırmakta ve bu şekilde farkında olmadan çocuğun bireyselleşmesini engellemektedirler.

 

.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Depresyonun ilaç olmadan da tedavisi mümkün

Depresyonun ilaç olmadan da tedavisi mümkün | Türkiye'nin Sağlık Haber Portalı - Psikoloji, Depresyon, Ruh Sağlığı, Diyet, Panik Atak, Alzheimer, Parkinson, Hiperaktivite

Depresyon, insanlığın tarih boyunca uğraştığı en büyük sağlık problemlerinden biridir. Depresyon nedeniyle oluşan maddi ve manevi kayıplar ölçülemeyecek kadar fazladır. Depresyon yaşıyan bir çok kişi, keşke fiziksel bir hastalığım olsaydı da bu ruhsal sorunla uğraşmasaydım diye düşünmektedir. Depresyon nedeniyle ortaya çıkan can kayıplarının (intiharlar, kanser gibi diğer ölümcül hastalıkları tetiklemesi vs gibi), savaşlardan oluşan kayıplardan hiç de aşağı olmadığı ileri sürülmektedir.

Depresyon bu kadar önemli bir sorun olduğu halde, ilaç tedavisi ancak 1950’lerden itibaren yapılmaya başlanmıştır.  Zaten ilk depresyon ilacı da verem tedavisi esnasında tesadüfen bulunmuştur. Daha öncesinde tedavide kullanılacak etkili bir ilaç mevcut değildi. Hastaya ya geleneksel yöntemler kullanılıyordu ya da kaderine terkediliyordu. Örneğin Çin’de depresyon hastaları, 40-50 metre yükseklikten nehirlere ya da göllere atılır, suyun şok etkisi ile birçokları düzelir, bu arada ölümler de olurdu.

Depresyonda, serotonin, dopamin ve noradrenalin gibi bir çok nöroamin sorumludur. Ancak verilen ilaçlar genelde bu maddelerden sadece birini tamamlamaya yöneliktir. Ancak bir hastada bu nöroaminlerden hangisinin hastalığa neden olduğunu önceden anlamak mümkün değildir. Hatta bu üçü dışında başka bir nöroamin de olabilir. Bu üç maddeyi birden vermekte mümkün değildir. Çünkü bu durumda ilaç kullanmayı imkansız kılan ilaç etkileşimleri olmaktadır.

Günümüzde çoğunlukla serotonin maddesini tamamlayan ilaçlar kullanılmaktadır. Ancak hiç şüphesiz ki, depresyona sebep olan tek madde serotonin değildir. Bu nedenle kullanılan ilaçların etkili olmaması ya da tatminkar düzelme sağlayamaması her zaman mümkün olabilmektedir. Üstelik ilaçların uzun süreli hatta bazen ömür boyu kullanılması da gerekebilmektedir. Ayrıca ilaçların, kilo alımı, cinsel fonksiyon ve libido kaybı, uyku yapma ya da uykusuz bırakma gibi istenmeyen bir sürü yan etkileri de olabilmektedir.

Bu durum, depresyonun ilaçla tedavisi hernekadar kismen tatminkar olsa da, biz hekimleri ister istemez başka arayışlara sevketmiştir. Son 10-15 yıla kadar depresyon, panik atak ve okb gibi ruhsal hastalıkları gözle görülmeyen, elle tutulmayan hastalıklar olarak düşünüldüğünden zaten ‘’ruhsal hastalıklar’’ kategorisinde ele alınmaktaydı. Depresyonda beynimizin hangi bölgesinin fonksiyon dışı kaldığı bilinmiyordu. Ancak fonksiyonel MRI, PET, SPECT ve üç boyutlu beyin aktivitesi incelemelerinden sonra anlaşıldı ki, önceden somut olarak belirleyemediğimiz bu hastalıklar aslında beynin bazı bölgelerinin iyi çalışmamasından kaynaklanmaktadır. Nasıl ki, parkinson bazal ganglionların patolojisinden, multipl scleroz da beynin ak madde (sinir kılıfları) tutulumundan kaynaklanıyorsa depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar da beynin sol frontal bölgesinin fonksiyonel aksamasından meydana gelmektedir.

Hal böyle olunca, madem depresyonun hangi beyin bölgesinden oluştuğunu biliyoruz, o halde onu dışardan herhangi bir ilaç kullanmadan tedavi edemez miyiz?! Soruları akla gelmiş ve araştırmalar bu yöne yoğunlaşmıştır. Böylece transkranial manyetik stimülasyon (TMS) tedavisi geliştirilmiştir.

Manyetik tedaviye ilham kaynağı olan hadise; ilk astronotların uzaya çıkınca ciddi anlamda depresyon yaşamaları ve bu durumun kabin içerisindeki manyetik ortamı düzeltince, hastalığın iyileşmesi olmuştur. Uzaydaki astronotların maruz kaldıkları depresyon tablosu uzun süre araştırılmış, sonunda olayın kabin içerisindeki manyetik alan eksikliğinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

Depresyonun, manyetik uyarılarla (TMS) tedavisi, günden güne büyük aşama kaydetmiş ve Amerikan FDA kurulu 2007 de TMS’nin  belirgin tedavi edici etkisini kabul ederek tedaviye onay vermiştir. Bu gelişmeden sonra TMS tedavisi hızla yayılma göstermiş ve dünyanın çeşitli ülkelerindeki modern nöropsikiyatri kliniklerinde yerini almıştır. Bugün artık TMS tedavisini sadece depresyon ve panik atakta değil, Alzheimer, felç ve parkinson gibi hastalıklarda da başarıyla uygulamaktayız.

Dünya da artık büyük bir sağlık problemi haline gelen Alzheimer hastalığı, ilaçlarla asla kontrol altına alınamazken, özellikle hafif-orta düzeyli vakaları, beynin bellek ile alakalı bölgelerine yaptığımız manyetik uyarılarla hastalığı tamamen düzeltemesek bile en azından hastalığın ilerlemesini durdurabilmekteyiz. Bu çerçevede kliniklerimizde 2008 den bu yana yüzlerce Alzheimer hastasını tedavi edip kontrol altına aldığımızı mutlulukla ve gururla söyleyebiliriz.

Yukarda belirttiğimiz gibi günümüzde depresyon tedavisi çoğunlukla SSRI (serotonin geri alım inhibitörleri) ile yapılmaktadır. Amaç eksik olan serotonini tamamlamaya yöneliktir. Halbuki depresyona neden olay, sadece serotonin eksikliği değildir, daha bir çok faktör rol oynamaktadır. Haliyle ilaç tedavisinden tam ya da kısmi düzelme her zaman mümkün olmamaktadır.

Bir çok yan etkisine rağmen depresyonda ilaç tedavisinin, daha ekonomik ve daha kolay ulaşılır olması nedeniyle hala ilk seçenek olması gayet doğaldır. Ancak ilaçlardan sonuç alamayan ya da tatminkar düzelme göstermeyen depresyon vakalarına mutlaka TMS uygulanmalıdır. Ayrıca ilaç kullanmak istemeyen, belirgin ilaç yan etkisine maruz kalan, ya da hamilelik, lohusalık gibi nedenlerle ilaç kullanması sakıncalı hastalarda da ilk seçenek durumundadır. Üstelik TMS tedavisinin uygulamaya girdiği 2007 yılından beri belirgin bir yan etkisi gösterilememiştir. Karaciğer hastalığı ya da yetmezliği nedeniyle ilaç kullanımının sakıncalı olduğu durumlarda, hamilelik ve süt emzirme dönemlerinde güvenle kullanılabilmektedir. Diğer taraftan bizde kliniklerimizde depresyon öncesi ve sonrası yaptığımız psikolojik testlerde hastalığın düzeldiğini somut olarak ta görmekteyiz.

Bu noktada, ‘’manyetik uyarılar ne yapıyorda, depresyonu düzeltiyor?’’ sorusu akla gelebilir. TMS, uygulama yapılan bölgede bozulmuş olan nöronal aktiviteyi düzeltmektedir. Manyetik darbeler, nöronlarda aynı bir ses ekosu gibi başdan başa titreşim sağlamakta, bu ise nöronal aktivitenin normal hale dönmesine neden olmaktadır. Böylece ilaçlar sadece bir nöroamini yerine koyarken, TMS tedavisi topyekün bölge fizyolojisini normale getirerek kalıcı bir düzelme sağlamaktadır.

 

Kronik Stresliler Neden Depresyona Yatkın

Kronik Stresliler Neden Depresyona Yatkın | Türkiye'nin Sağlık Haber Portalı - Psikoloji, Depresyon, Ruh Sağlığı, Diyet, Panik Atak, Alzheimer, Parkinson, Hiperaktivite

Japonya’da Yamaguchi Üniversitesi’nde görevli araştırmacılar, kronik strese giren bazı insanların niçin depresyona daha yatkın olduklarını tespit ettiler ve kronik stresle ilişkili karmaşık bir moleküler mekanizmayı ortaya çıkardılar.

“Cell Press” isimli tıp dergisinde yayınlanan habere göre, birçok insanın stresli olaylarla karşılaştıklarında depresyon belirtileri ya da sinyalleri göstermediğini söyleyen araştırmacılar, psikolojik stres yaşayan bazı bireylerin ise depresyona eğilimli olduğunu açıkladılar.

Gdnf (glial kökenli sinir faktörü) geninin stresli olaylara verilen cevaplara uyumun ve yatkınlığın belirlenmesinde önemli rol oynadığını belirten araştırmacılar, çalışmalarını bu gen üzerinde yoğunlaştırdı.

ZAMAN

Antidepresanlar Hangi Koşulda Faydalı?

Antidepresanlar Hangi Koşulda Faydalı? | Türkiye'nin Sağlık Haber Portalı - Psikoloji, Depresyon, Ruh Sağlığı, Diyet, Panik Atak, Alzheimer, Parkinson, Hiperaktivite

HABER7 - Antidepresanların faydasız olduğuna ilişkin çıkan haberlerle ilgili değerlendirmede bulunan Prof. Dr. Mehmet Yücel Ağargün, ilaçların depresyon tedavisinde önemli bir yeri olduğunu ancak, bununla birlikte bazı şartların gerektiğini söyledi.

Ağargün, geri dönüşü olmayan ruhsal sorunların önceden önlenebilmesiyle ilgili Asfa Eğitim Kurumları’nda düzenlenen seminerde konuştu.

Ruh sağlığını korumanın yolları ve önemini anlatan Ağargün çalışma alanları arasında yer alan depresyon, intihar, rüyalar ve kâbuslar konularında da bilgiler verdi.

Antidepresanların faydasız olduğuna ilişkin çıkan haberlerle ilgili birçok sorunun sorulduğu seminerde Ağargün, ilaçların depresyon tedavisinde önemli bir yeri olduğunu ancak, bununla birlikte terapinin ve çevresel desteğin de çok önemli olduğunu vurguladı.

Ağargün çok sık görülen depresyonun birçok sorunun yanı sıra uyku ve yeme bozukluklarına da sebep olduğunu belirtti. Ayrıca yeme bozukluklarından obezitenin, depresyon ya da biyolojik nedenlerden kaynaklanabileceği gibi küçük yaşlarda yaşanmış taciz olaylarının da bu rahatsızlığın nedenleri arasında olduğunu sözlerine ekledi.

Ruh sağlığının soysal, fiziksel ve biyolojik tüm koşulların etkileri ile şekillendiğini belirten Prof. Dr. Ağargün bu nedenle çocukluktan itibaren ruh sağlığının korunmasının önemini vurguladı.

Ağargün, bu noktada okullara büyük görev düştüğünü öğrencilerin sınavlara olduğu kadar yaşama da hazırlanmaları gerektiğini söyledi.

Bunun için okullarda çocukların kendilerini doğru ifade edebilmelerine imkan verilmesi gerektiğini belirten Ağargün, başkalarının ve kendilerinin haklarına saygılı duyarlı aynı zamanda özgüvenli olmaları için rehber danışman uygulamalarının da gerekli olduğunu belirtti.

Çocuklarda Depresyon Belirtileri

Çocuklarda Depresyon Belirtileri | Türkiye'nin Sağlık Haber Portalı - Psikoloji, Depresyon, Ruh Sağlığı, Diyet, Panik Atak, Alzheimer, Parkinson, Hiperaktivite

MİLLİYETBLOG - Çocuğunuzun bazı davranışlarının değiştiğini mi fark ettiniz? Eskisi gibi arkadaşlarıyla vakit geçirmiyor, yalnızlığı tercih ediyor, önceden severek yaptığı şeyler artık ona zevk vermiyor. Dikkat edin bunlar yaklaşan depresyonun ayak sesleri olabilir

Depresyon çağımızın en sık görülen hastalıklarından biri olarak kabul ediliyor. İnsanların yüzde 50′si hayatlarının belli dönemlerinde depresyonla mücadele ediyor. Ancak depresyon sadece büyüklerde görülmüyor. Anne-baba ilgisizliği, boşanma, çocuğun bebeklik döneminden itibaren güven ortamında büyütülmemesi, kardeş doğumu ve kıskançlık, aile içi şiddet, okul veya yaşam deneyimlerindeki başarısızlık çocukları depresyona sokuyor.

Çocuklardaki bedensel şikayetler, depresyonun belirtisi olabileceğinden ciddiye alınması gerekiyor. Anne babaların dengeli bir tutum sergilemesi, dünyaya çocuklarının penceresinden bakmaya çalışması da son derece önemli. Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Doç. Dr. Mücahit Öztürk, özellikle ergenliğe geçiş döneminde kız çocuklarında depresyona daha sık rastlandığını belirterek, çabuk sinirlenme, öfkesini kontrol edememe, önceden zevk aldığı şeylerden zevk alamama, günün önemli bir bölümünde kendini hüzünlü hissetmelerinin depresyonun ilk belirtileri olabileceğini hatırlatıyor.

Depresyonda olduğunu nasıl anlarsınız?

Anne babaların en çok sorduğu soru ise ‘’çocuğumun depresyonda olup olmadığını nasıl anlarım’’ oluyor. Depresyonu tanımak anne ve baba için gerçekten hiç de kolay değil. Çünkü bazen ergenlik dönemindeki geçici bazı sıkıntılar da depresyonla karıştırılabiliyor.

Örneğin; arkadaşlarıyla oynamayı seven bir çocuğun artık yalnız vakit geçirmeye ve hiçbir şeyle ilgilenmemeye başlaması, yalnız kalmayı tercih etmesi, eskiden kendisini eğlendiren konulara artık ilgi göstermemesi, anne baba ile ilişkinin önceki gibi olmaması hatta kendilerinin sevilmediğini söylemeleri çocuklarda depresyonun habercisi olarak düşünülüyor.

Ailesel yatkınlık önemli bir sebep?

Depresyonun ortaya çıkması farklı şekillerde olabiliyor. Stres altında bulunan, herhangi bir şekilde kayıp yaşayan çocuklarda depresyon riski artıyor. Dikkat eksikliği, öğrenme bozukluğu olan çocuklarda da yine bu oranın arttığı görülüyor. Bir başka önemli neden ise ailesel yatkınlık… Anne babasında daha önce yaşanmış bir depresyon öyküsü, çocuğun da ileriki yaşlarda depresyona eğilimli bir birey olmasına neden oluyor.

Sosyal faaliyette bulunmalı?
Aileleri çocuklarındaki davranış değişikliklerine karşı dikkatli olmaları konusunda uyaran Doç. Dr. Öztürk, ergenlik çağına girmek üzere olan çocukların ders dışında mutlaka bir sosyal faaliyetinin olmasının sağlanması, gerektiğini belirtiyor.  Spor etkinlikleri, çocuğun kendi tercih edeceği sanatsal faaliyetler, örneğin resim, müzik dans kursları bir şeyler öğrenmesinin yanı sıra onun sosyalleşmesini ve dolayısıyla depresif düşüncelerden uzaklaşmasına yarıyor.

Boşanma süreci etkili olabilir?

Boşanma dönemi de çocuklar için depresyon anlamında kritik bir süreç. Çocuğun yanında sürekli boşanma konusunun konuşulması, eşlerin birbirini kötüleyen sözler söylemesi çocuğun zamanla içe kapanmasına ve depresyona adım adım yaklaşmasına neden olabiliyor.
Boşanmanın çocukla ilişkilendirilmemesi bu hassas dönemde çok önemli. Bu süreçteki yanlış davranışlar, anne ya da babasının kendisini sevmediği için, çok yaramazlık yaptığı için ayrılmaya karar verdikleri sonucunu çıkarmasına neden olabilir. Terkedilmişlik,  suçluluk duygusu zamanla sevgiye layık olmadığını, değersiz olduğunu düşündürür ve bu da ileriki dönemlerde depresyon olarak anne babanın karşısına çıkabilir.